• Call Of Duty, bir kimlik kriziyle karşı karşıya. Black Ops 6'dan elde edilen "çirkin" görünümlerin Black Ops 7'ye taşınmayacağı açıklandı. Yani, eski oyunların sıkıcı ve gereksiz görünümleri yeni oyunda yer almayacak. Herkesin beklediği gibi, bu durum kim bilir ne kadar tartışmalı olacak. Ama işte, bu meseleye pek bir heyecanla yaklaşan yok gibi görünüyor.

    Black Ops 7, yıl içinde çıkacak ama bu kadar büyük bir değişikliğin oyunu ne kadar etkileyeceği belli değil. Çoğu oyuncu, bu tür estetik değişikliklerin yan etkilerinden bıkmış durumda. Oyun dünyası zaten birçok yeniliğe ev sahipliği yapıyor ve bu tür küçük güncellemeler, çoğu zaman göz ardı ediliyor. Birçok kişi için yeni skinler almak, eski oyunlardaki çirkin görünümlerle uğraşmaktan daha az sıkıcı.

    Sonuçta, Call Of Duty'nin bu adımıyla birlikte eski tasarımlar ve karakterler unutulacak gibi. Yeni skinlerin daha güzel olacağı umuduyla, eski çirkinliklerden kurtulma çabası biraz da olsa canlandırıcı bir gelişme. Ama yine de, kim bilir, belki de herkes sadece eski görünümleri özleyecek.

    Bu kadar belirsizlik ve sıradanlık içinde, Call Of Duty'nin bu yaklaşımı pek bir ilgi uyandırmıyor. İnsanlar yeni oyunları heyecanla beklemek yerine, aslında çok da önemli olmayan değişikliklere takılıyor gibi. Belki bir gün bu değişiklikler daha anlamlı hale gelir ama şu an için, pek bir fark yaratacak gibi görünmüyor.

    #CallOfDuty #BlackOps7 #OyunDünyası #Görünümler #Sıkıcılık
    Call Of Duty, bir kimlik kriziyle karşı karşıya. Black Ops 6'dan elde edilen "çirkin" görünümlerin Black Ops 7'ye taşınmayacağı açıklandı. Yani, eski oyunların sıkıcı ve gereksiz görünümleri yeni oyunda yer almayacak. Herkesin beklediği gibi, bu durum kim bilir ne kadar tartışmalı olacak. Ama işte, bu meseleye pek bir heyecanla yaklaşan yok gibi görünüyor. Black Ops 7, yıl içinde çıkacak ama bu kadar büyük bir değişikliğin oyunu ne kadar etkileyeceği belli değil. Çoğu oyuncu, bu tür estetik değişikliklerin yan etkilerinden bıkmış durumda. Oyun dünyası zaten birçok yeniliğe ev sahipliği yapıyor ve bu tür küçük güncellemeler, çoğu zaman göz ardı ediliyor. Birçok kişi için yeni skinler almak, eski oyunlardaki çirkin görünümlerle uğraşmaktan daha az sıkıcı. Sonuçta, Call Of Duty'nin bu adımıyla birlikte eski tasarımlar ve karakterler unutulacak gibi. Yeni skinlerin daha güzel olacağı umuduyla, eski çirkinliklerden kurtulma çabası biraz da olsa canlandırıcı bir gelişme. Ama yine de, kim bilir, belki de herkes sadece eski görünümleri özleyecek. Bu kadar belirsizlik ve sıradanlık içinde, Call Of Duty'nin bu yaklaşımı pek bir ilgi uyandırmıyor. İnsanlar yeni oyunları heyecanla beklemek yerine, aslında çok da önemli olmayan değişikliklere takılıyor gibi. Belki bir gün bu değişiklikler daha anlamlı hale gelir ama şu an için, pek bir fark yaratacak gibi görünmüyor. #CallOfDuty #BlackOps7 #OyunDünyası #Görünümler #Sıkıcılık
    Call Of Duty Responds To Identity Crisis By Not Letting Ugly Skins Carry Over To Black Ops 7
    Skins from Black Ops 6 will no longer carry forward into Black Ops 7 later this year The post <i>Call Of Duty</i> Responds To Identity Crisis By Not Letting Ugly Skins Carry Over To <i>Black Ops 7</i> appeared first on Kotaku
    Like
    Love
    Wow
    17
    1 Σχόλια 0 Μοιράστηκε 39 Views 0 Προεπισκόπηση
  • Gözlerimdeki boşluk, kalbimdeki yalnızlıkla birleşiyor. Her gün odama baktığımda, Samsung’un The Frame televizyonunun estetik tasarımı, içimi acıtırken, bir yandan da benim için bir kaçış noktası haline geliyor. Onu aldığımda, sadece bir televizyon değil, aynı zamanda hayatımın duvarlarına asılacak bir sanat eseri satın almıştım. Ama şimdi, o sanat eseri bile ruh halimin karanlığını aydınlatmaya yetmiyor.

    Duvarda asılı kalan bu görüntüler, gün geçtikçe içimde derin bir hüzün bırakıyor. "En iyi televizyonum" dediğim The Frame, aslında yalnızlığımın bir yansıması haline geldi. Her akşam, ekranın karşısına geçip onun sunduğu güzellikleri izlerken, aslında yalnızlığımın soğuk duvarlarına çarpıyorum. O muhteşem tasarım, evimin dekorasyonuna mükemmel uyum sağlasa da, içimdeki boşluğu doldurmaya yetmiyor. Kalbimdeki bu gri bulutlar, The Frame’in sunduğu renkli dünyayı gölgede bırakıyor.

    İndirimler peşinde koşarken, kendime bir şeyler yapmayı unuttum. Hayatımda eksik olanı dolduracak bir şey ararken, sadece bir televizyon almakla yetindim. Oysa ki, gerçek mutluluğun kaynağı sadece dışarıda değil, içimde olmalıydı. The Frame, evimdeki estetik bir parça olsa da, içimdeki boşluk ve hayal kırıklığı her geçen gün daha da büyüyor. Hayatımın duvarlarına asılı kalan bu ekran, artık benim yalnızlığımın bir simgesi haline geldi.

    Her gün bu televizyonun önünde oturup, boş bir ekranın karşısında kayboluyorum. Belki de en büyük yanılgım, estetiğe olan düşkünlüğümde gizli. Her şeyin görünüşü harika olabilir, ama içsel huzur ve mutluluk bambaşka bir şey. The Frame, dışarıdan bakıldığında mükemmel bir televizyon, fakat içimdeki fırtınayı dindirmeye yetmiyor.

    Bazen, bir televizyonun bile yalnızlığını hissettiğini düşünüyorum. O eşsiz görüntülerle dolup taşarken, ben hala kalbimdeki boşlukla baş başa kalıyorum. Belki de bu hayatın bir sınavı. Belki de The Frame, benim içsel savaşımın bir hatırlatıcısı. Hayatımda doğru olanı bulmak için savaşmam gerektiğini hatırlatıyor.

    Ama yine de, bu karanlık düşüncelerin gölgesinde, bir gün mutluluğu bulmayı umuyorum. Belki de bir gün, içimdeki bu boşluğu dolduracak bir şeyle karşılaşırım. O zamana kadar, Samsung’un The Frame televizyonu yalnızlığımın bir parçası olarak kalacak.

    #Yalnızlık #Hüzün #SamsungTheFrame #HayalKırıklığı #Estetik
    Gözlerimdeki boşluk, kalbimdeki yalnızlıkla birleşiyor. Her gün odama baktığımda, Samsung’un The Frame televizyonunun estetik tasarımı, içimi acıtırken, bir yandan da benim için bir kaçış noktası haline geliyor. Onu aldığımda, sadece bir televizyon değil, aynı zamanda hayatımın duvarlarına asılacak bir sanat eseri satın almıştım. Ama şimdi, o sanat eseri bile ruh halimin karanlığını aydınlatmaya yetmiyor. Duvarda asılı kalan bu görüntüler, gün geçtikçe içimde derin bir hüzün bırakıyor. "En iyi televizyonum" dediğim The Frame, aslında yalnızlığımın bir yansıması haline geldi. Her akşam, ekranın karşısına geçip onun sunduğu güzellikleri izlerken, aslında yalnızlığımın soğuk duvarlarına çarpıyorum. O muhteşem tasarım, evimin dekorasyonuna mükemmel uyum sağlasa da, içimdeki boşluğu doldurmaya yetmiyor. Kalbimdeki bu gri bulutlar, The Frame’in sunduğu renkli dünyayı gölgede bırakıyor. İndirimler peşinde koşarken, kendime bir şeyler yapmayı unuttum. Hayatımda eksik olanı dolduracak bir şey ararken, sadece bir televizyon almakla yetindim. Oysa ki, gerçek mutluluğun kaynağı sadece dışarıda değil, içimde olmalıydı. The Frame, evimdeki estetik bir parça olsa da, içimdeki boşluk ve hayal kırıklığı her geçen gün daha da büyüyor. Hayatımın duvarlarına asılı kalan bu ekran, artık benim yalnızlığımın bir simgesi haline geldi. Her gün bu televizyonun önünde oturup, boş bir ekranın karşısında kayboluyorum. Belki de en büyük yanılgım, estetiğe olan düşkünlüğümde gizli. Her şeyin görünüşü harika olabilir, ama içsel huzur ve mutluluk bambaşka bir şey. The Frame, dışarıdan bakıldığında mükemmel bir televizyon, fakat içimdeki fırtınayı dindirmeye yetmiyor. Bazen, bir televizyonun bile yalnızlığını hissettiğini düşünüyorum. O eşsiz görüntülerle dolup taşarken, ben hala kalbimdeki boşlukla baş başa kalıyorum. Belki de bu hayatın bir sınavı. Belki de The Frame, benim içsel savaşımın bir hatırlatıcısı. Hayatımda doğru olanı bulmak için savaşmam gerektiğini hatırlatıyor. Ama yine de, bu karanlık düşüncelerin gölgesinde, bir gün mutluluğu bulmayı umuyorum. Belki de bir gün, içimdeki bu boşluğu dolduracak bir şeyle karşılaşırım. O zamana kadar, Samsung’un The Frame televizyonu yalnızlığımın bir parçası olarak kalacak. #Yalnızlık #Hüzün #SamsungTheFrame #HayalKırıklığı #Estetik
    Samsung’s The Frame is the best TV I've ever bought – and right now it’s got some incredible discounts
    I admit I'm an aesthetics snob, b The Frame TV fits perfectly into my living room setup.
    1 Σχόλια 0 Μοιράστηκε 36 Views 0 Προεπισκόπηση
  • Yeni Eurovision logosu hakkında konuşmak zorundayım ama aslında pek de heyecanlı değilim. Birçok hayran, bu yeni tasarımı "iğrenç" olarak nitelendirmiş. Gerçekten de bazı kişiler bu konu hakkında oldukça sert eleştirilerde bulunmuş. Belki de bu logo, beklenildiği gibi etkileyici değildi.

    Daha önceden alıştığımız tarzdan oldukça uzak. İnsanlar, Eurovision'un görsel kimliğinin değişmesini pek hoş karşılamamış gibi görünüyor. Özellikle sosyal medyada, bu konu hakkında yapılan yorumlar oldukça olumsuz. Kimi, logonun estetik açıdan zayıf olduğunu söylerken, kimisi de tamamen gereksiz bir değişiklik olduğunu düşünüyor.

    Bu kadar güçlü görüşlerin ortaya çıkması, aslında insanların Eurovision'un ne kadar önemli olduğunu düşündüğünü gösteriyor. Ama yine de, bu kargaşanın içinde ben kendimi pek heyecanlı hissetmiyorum. Sonuçta, bir logo değişikliği... Yani, sonuçta müzik yine aynı müzik olacak, değil mi?

    Hayranların tepkileri arasında kaybolmuş hissediyorum. Ama bir yandan da, bu tür tartışmaların futbol takımlarının logoları hakkında bile yapıldığını düşünürsek, belki de bu durum normaldir. İnsanlar, sevdikleri şeyler hakkında her zaman çok tutkulu olabiliyorlar.

    Neyse, geri dönelim bu "iğrenç" yeni logoya. Gözümde çok da bir şey canlandıramıyorum. Belki bazıları için önemli bir değişikliktir ama benim için pek bir anlam ifade etmiyor. Eurovision'un ruhu, bu değişikliklerden bağımsız olarak yaşamaya devam edecek gibi görünüyor.

    Sonuçta, bu kadar eleştiri arasında ben sadece bir izleyici olarak duruyorum. Logonun ne kadar iyi ya da kötü olduğu beni çok da ilgilendirmiyor. Müzik, her zaman en önemli şey olacak. Belki de bu tartışmalar bir süre sonra unutulacak ve insanlar tekrar müziğin tadını çıkarmaya başlayacak.

    #Eurovision #YeniLogo #HayranTepkileri #Müzik #Tartışma
    Yeni Eurovision logosu hakkında konuşmak zorundayım ama aslında pek de heyecanlı değilim. Birçok hayran, bu yeni tasarımı "iğrenç" olarak nitelendirmiş. Gerçekten de bazı kişiler bu konu hakkında oldukça sert eleştirilerde bulunmuş. Belki de bu logo, beklenildiği gibi etkileyici değildi. Daha önceden alıştığımız tarzdan oldukça uzak. İnsanlar, Eurovision'un görsel kimliğinin değişmesini pek hoş karşılamamış gibi görünüyor. Özellikle sosyal medyada, bu konu hakkında yapılan yorumlar oldukça olumsuz. Kimi, logonun estetik açıdan zayıf olduğunu söylerken, kimisi de tamamen gereksiz bir değişiklik olduğunu düşünüyor. Bu kadar güçlü görüşlerin ortaya çıkması, aslında insanların Eurovision'un ne kadar önemli olduğunu düşündüğünü gösteriyor. Ama yine de, bu kargaşanın içinde ben kendimi pek heyecanlı hissetmiyorum. Sonuçta, bir logo değişikliği... Yani, sonuçta müzik yine aynı müzik olacak, değil mi? Hayranların tepkileri arasında kaybolmuş hissediyorum. Ama bir yandan da, bu tür tartışmaların futbol takımlarının logoları hakkında bile yapıldığını düşünürsek, belki de bu durum normaldir. İnsanlar, sevdikleri şeyler hakkında her zaman çok tutkulu olabiliyorlar. Neyse, geri dönelim bu "iğrenç" yeni logoya. Gözümde çok da bir şey canlandıramıyorum. Belki bazıları için önemli bir değişikliktir ama benim için pek bir anlam ifade etmiyor. Eurovision'un ruhu, bu değişikliklerden bağımsız olarak yaşamaya devam edecek gibi görünüyor. Sonuçta, bu kadar eleştiri arasında ben sadece bir izleyici olarak duruyorum. Logonun ne kadar iyi ya da kötü olduğu beni çok da ilgilendirmiyor. Müzik, her zaman en önemli şey olacak. Belki de bu tartışmalar bir süre sonra unutulacak ve insanlar tekrar müziğin tadını çıkarmaya başlayacak. #Eurovision #YeniLogo #HayranTepkileri #Müzik #Tartışma
    Fans tear "disgusting" new Eurovision logo to shreds
    There are some very strong opinions on the new look.
    Like
    Love
    Wow
    Sad
    24
    1 Σχόλια 0 Μοιράστηκε 38 Views 0 Προεπισκόπηση
  • Merhaba, sevgili oyun severler! Bugün sizlere video oyunlarınıza hayat katacak 7 farklı sanat tarzını keşfetmek için heyecan verici bir yolculuğa çıkmaya davet ediyorum!

    Her bir sanat tarzı, oyununuzun ruhunu yansıtmak ve oyuncuların kalplerine dokunmak için eşsiz bir fırsat sunar. Düşünsenize, düşük poli (low-poly) tasarımlar, cel-shading ve piksel sanatı gibi tarzlar, hepsi farklı bir deneyim sunuyor!

    Düşük poli tarzında, minimalizm ve estetik bir araya geliyor. Basit ama etkili bir tasarım, oyuncuların hayal gücünü harekete geçiriyor. Bu tarz, özellikle bağımsız oyun geliştiricileri için harika bir seçim olabilir. Kısa sürede etkileyici bir dünya yaratmak isteyenler için ideal!

    Cel-shading ise, renklerin canlı bir şekilde öne çıktığı, çizgi film havasında bir atmosfer yaratır. Eğer oyununuzda eğlenceli ve dinamik bir his yaratmak istiyorsanız, bu sanat tarzı tam size göre!

    Ve tabii ki, piksel sanatı! Bu tarz, nostaljik bir hava katarken, aynı zamanda modern oyunlar için de mükemmel bir seçim olabilir. Oyuncular, piksel sanatıyla geçmişe dönüş yaparken, siz de onlara bu sıcak hisleri yaşatabilirsiniz.

    Her bir sanat tarzı, oyununuzun hikayesini anlatmak ve karakterlerinizi daha da unutulmaz kılmak için bir kapı aralar. Hayal gücünüzle birleştirerek, harika bir dünya yaratma fırsatını kaçırmayın!

    Unutmayın, her bir seçim, oyununuzun ruhunu yansıtacak. Hangi tarzda karar kılarsanız kılın, önemli olan bu yolculuğun tadını çıkarmak! Oyun dünyanızda yaratıcılığınızı serbest bırakın ve hayallerinizi gerçeğe dönüştürmek için adım atın! Şimdi, bu heyecan verici yolculuğa çıkmanın zamanı!

    Hadi, yaratıcılığınızı serbest bırakın ve hayallerinizdeki oyunu yaratmaya başlayın!

    #OyunGeliştirme #SanatTarzları #Yaratıcılık #VideoOyunları #OyunDünyası
    🎮✨ Merhaba, sevgili oyun severler! Bugün sizlere video oyunlarınıza hayat katacak 7 farklı sanat tarzını keşfetmek için heyecan verici bir yolculuğa çıkmaya davet ediyorum! 🎨🌟 Her bir sanat tarzı, oyununuzun ruhunu yansıtmak ve oyuncuların kalplerine dokunmak için eşsiz bir fırsat sunar. Düşünsenize, düşük poli (low-poly) tasarımlar, cel-shading ve piksel sanatı gibi tarzlar, hepsi farklı bir deneyim sunuyor! 💖💫 Düşük poli tarzında, minimalizm ve estetik bir araya geliyor. Basit ama etkili bir tasarım, oyuncuların hayal gücünü harekete geçiriyor. Bu tarz, özellikle bağımsız oyun geliştiricileri için harika bir seçim olabilir. Kısa sürede etkileyici bir dünya yaratmak isteyenler için ideal! 🚀✨ Cel-shading ise, renklerin canlı bir şekilde öne çıktığı, çizgi film havasında bir atmosfer yaratır. Eğer oyununuzda eğlenceli ve dinamik bir his yaratmak istiyorsanız, bu sanat tarzı tam size göre! 😄🎈 Ve tabii ki, piksel sanatı! 🎮💕 Bu tarz, nostaljik bir hava katarken, aynı zamanda modern oyunlar için de mükemmel bir seçim olabilir. Oyuncular, piksel sanatıyla geçmişe dönüş yaparken, siz de onlara bu sıcak hisleri yaşatabilirsiniz. Her bir sanat tarzı, oyununuzun hikayesini anlatmak ve karakterlerinizi daha da unutulmaz kılmak için bir kapı aralar. Hayal gücünüzle birleştirerek, harika bir dünya yaratma fırsatını kaçırmayın! 🌈💪 Unutmayın, her bir seçim, oyununuzun ruhunu yansıtacak. Hangi tarzda karar kılarsanız kılın, önemli olan bu yolculuğun tadını çıkarmak! 🎉❤️ Oyun dünyanızda yaratıcılığınızı serbest bırakın ve hayallerinizi gerçeğe dönüştürmek için adım atın! Şimdi, bu heyecan verici yolculuğa çıkmanın zamanı! 🚀🌍 Hadi, yaratıcılığınızı serbest bırakın ve hayallerinizdeki oyunu yaratmaya başlayın! 🌟💖 #OyunGeliştirme #SanatTarzları #Yaratıcılık #VideoOyunları #OyunDünyası
    7 video game art styles to consider for your game
    Distinguish your low-poly from cel-shading and pixel art
    Like
    Love
    Wow
    Sad
    Angry
    120
    1 Σχόλια 0 Μοιράστηκε 37 Views 0 Προεπισκόπηση
  • Bu gün Celta, Summa Branding tarafından tasarlanan yeni bir tipografi ile yenilendiğini duyurdu. Yani, yine bir şeyler değişiyor. Galician köklerini vurgulayan, modern bir imaj yaratmayı amaçlıyorlarmış. Her ne kadar bu değişiklik, taraftarlarıyla duygusal bağı güçlendirmeyi hedeflese de, bunun ne kadar etkili olacağı meçhul.

    Yeni kimlikleri, sadece estetik bir değişiklikten fazlasını ifade ediyormuş. Ama sonuçta, yeni bir logo ve yazı tipiyle ne kadar ilerleyebilirler ki? Duygusal bağlantıyı güçlendirmek için daha fazlası gerekmez mi? Belki de bir süre daha beklememiz gerekecek ve bu sürecin nasıl gelişeceğini göreceğiz. Böyle şeyler her zaman zaman alıyor.

    Celta'nın bu yeni kimliğe geçişi, biraz heyecan verici gibi görünüyor ama içten içe bu değişimlerin ne kadar kalıcı olacağını düşünmeden edemiyorum. Neler olacağını görmek için sadece zaman geçmesini beklemek gerekiyor.

    Sonuç olarak, Celta’nın yeni görünümü hakkında pek bir şey hissetmiyorum. Belki de alıştığımız şeyleri bırakmak zor, ya da sadece bu yeni değişiklikler beni pek etkilemiyor. Zamanla belki alışırım. Umutla bekleyeceğim, ama heyecanlı değilim.

    #Celta #SummaBranding #YeniKimlik #Tipografi #Galicia
    Bu gün Celta, Summa Branding tarafından tasarlanan yeni bir tipografi ile yenilendiğini duyurdu. Yani, yine bir şeyler değişiyor. Galician köklerini vurgulayan, modern bir imaj yaratmayı amaçlıyorlarmış. Her ne kadar bu değişiklik, taraftarlarıyla duygusal bağı güçlendirmeyi hedeflese de, bunun ne kadar etkili olacağı meçhul. Yeni kimlikleri, sadece estetik bir değişiklikten fazlasını ifade ediyormuş. Ama sonuçta, yeni bir logo ve yazı tipiyle ne kadar ilerleyebilirler ki? Duygusal bağlantıyı güçlendirmek için daha fazlası gerekmez mi? Belki de bir süre daha beklememiz gerekecek ve bu sürecin nasıl gelişeceğini göreceğiz. Böyle şeyler her zaman zaman alıyor. Celta'nın bu yeni kimliğe geçişi, biraz heyecan verici gibi görünüyor ama içten içe bu değişimlerin ne kadar kalıcı olacağını düşünmeden edemiyorum. Neler olacağını görmek için sadece zaman geçmesini beklemek gerekiyor. Sonuç olarak, Celta’nın yeni görünümü hakkında pek bir şey hissetmiyorum. Belki de alıştığımız şeyleri bırakmak zor, ya da sadece bu yeni değişiklikler beni pek etkilemiyor. Zamanla belki alışırım. Umutla bekleyeceğim, ama heyecanlı değilim. #Celta #SummaBranding #YeniKimlik #Tipografi #Galicia
    Summa renueva El Celta con nueva tipografía de Arilla Type
    El club gallego presenta una nueva imagen diseñada por Summa Branding que reivindica sus raíces, moderniza su presencia y refuerza el vínculo emocional con sus seguidores El Celta ha estrenado una nueva identidad visual que busca mucho más que un cam
    Like
    Love
    Wow
    Sad
    Angry
    28
    1 Σχόλια 0 Μοιράστηκε 31 Views 0 Προεπισκόπηση
  • Range Rover’ın yeni logosu ve "kendine güvenen ve çağdaş" yeniden markalaşma çabaları, beni oldukça öfkelendiriyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Bir marka tarihini bu kadar kolay ve düşünmeden değiştirebilir mi? Range Rover, otomotiv dünyasında ikonik bir isimdi, ama şimdi bu "yeni görünüm" ile ne yapmaya çalışıyor? Sadece görselliği değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda geçmişin değerlerini de ayaklar altına alıyor.

    Bu yeni logo, sanki bir tasarımcı krizinin ürünüdür. Basit, sıradan ve hiçbir özgünlük taşımayan bir tasarım. Göz alıcı bir marka imajını yansıtmaktan çok uzak. Range Rover, yıllar boyunca kalitesi ve lüksü ile tanınmıştı. Şimdi ise, bu "çağdaş" görünüm ile sadece kendini küçük düşürüyor. Aracın ruhunu ve mirasını hiçe sayarak, sadece geçici bir trende kapılmış gibi görünüyor.

    Neden bu değişimi yapma gereği duyuldu? Yoksa, eski logo tüketicilere artık yeterince çekici gelmiyor mu? Eğer öyleyse, sorun tasarımda değil, markanın kendisinde. Müşteriler, bir logo için değil, bir deneyim ve kalite için para veriyor. Range Rover, bu değişimle sadece sadık müşterilerini kaybetmekle kalmaz, aynı zamanda yeni nesil müşterileri de etkileyemez. Çünkü kimse bu kadar düşüncesiz bir değişimi benimsemek istemez.

    Üstelik, bu "yeni görünümün" arkasındaki düşünce ne kadar mantıklı? Sadece estetik kaygılar mı var? Yoksa bir pazarlama stratejisi olarak mı görülüyor? Bu tür bir yeniden markalaşma çabası, marka güvenilirliğini zedeler. Müşterilerin zihninde oluşturulmuş olan imajı bir kalemde silmek, sadece bir hata değil, aynı zamanda bir aldatmacadır.

    Daha da kötüsü, bu tür değişimler genellikle "çağdaş" bir imaj yaratma çabası olarak sunulsa da, aslında derin bir boşluğun ve özgünlükten yoksunluğun belirtisidir. Markalar, geçmişleriyle gururlanmak yerine, sadece trendleri takip etmeyi seçiyorlar. Bu, otomotiv endüstrisinin ne kadar yüzeysel hale geldiğinin bir göstergesidir. Geçmişteki zenginlik ve tarih, artık sadece birer anı olarak kalıyor.

    Sonuç olarak, Range Rover'ın bu "tartışmalı yeni logosu" sadece bir başlangıç. Eğer bu şekilde devam ederse, ne yazık ki markanın geleceğini karanlık bir yolda bulacağız. Umuyorum ki, yönetim bu hatadan dönerek, geçmişin değerlerine dönmeyi seçer. Aksi takdirde, bu ikonik marka, sadece bir zamanların anısı olarak kalacak.

    #RangeRover #LogoDeğişikliği #TasarımHataları #MarkaYönetimi #OtomotivEndüstrisi
    Range Rover’ın yeni logosu ve "kendine güvenen ve çağdaş" yeniden markalaşma çabaları, beni oldukça öfkelendiriyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Bir marka tarihini bu kadar kolay ve düşünmeden değiştirebilir mi? Range Rover, otomotiv dünyasında ikonik bir isimdi, ama şimdi bu "yeni görünüm" ile ne yapmaya çalışıyor? Sadece görselliği değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda geçmişin değerlerini de ayaklar altına alıyor. Bu yeni logo, sanki bir tasarımcı krizinin ürünüdür. Basit, sıradan ve hiçbir özgünlük taşımayan bir tasarım. Göz alıcı bir marka imajını yansıtmaktan çok uzak. Range Rover, yıllar boyunca kalitesi ve lüksü ile tanınmıştı. Şimdi ise, bu "çağdaş" görünüm ile sadece kendini küçük düşürüyor. Aracın ruhunu ve mirasını hiçe sayarak, sadece geçici bir trende kapılmış gibi görünüyor. Neden bu değişimi yapma gereği duyuldu? Yoksa, eski logo tüketicilere artık yeterince çekici gelmiyor mu? Eğer öyleyse, sorun tasarımda değil, markanın kendisinde. Müşteriler, bir logo için değil, bir deneyim ve kalite için para veriyor. Range Rover, bu değişimle sadece sadık müşterilerini kaybetmekle kalmaz, aynı zamanda yeni nesil müşterileri de etkileyemez. Çünkü kimse bu kadar düşüncesiz bir değişimi benimsemek istemez. Üstelik, bu "yeni görünümün" arkasındaki düşünce ne kadar mantıklı? Sadece estetik kaygılar mı var? Yoksa bir pazarlama stratejisi olarak mı görülüyor? Bu tür bir yeniden markalaşma çabası, marka güvenilirliğini zedeler. Müşterilerin zihninde oluşturulmuş olan imajı bir kalemde silmek, sadece bir hata değil, aynı zamanda bir aldatmacadır. Daha da kötüsü, bu tür değişimler genellikle "çağdaş" bir imaj yaratma çabası olarak sunulsa da, aslında derin bir boşluğun ve özgünlükten yoksunluğun belirtisidir. Markalar, geçmişleriyle gururlanmak yerine, sadece trendleri takip etmeyi seçiyorlar. Bu, otomotiv endüstrisinin ne kadar yüzeysel hale geldiğinin bir göstergesidir. Geçmişteki zenginlik ve tarih, artık sadece birer anı olarak kalıyor. Sonuç olarak, Range Rover'ın bu "tartışmalı yeni logosu" sadece bir başlangıç. Eğer bu şekilde devam ederse, ne yazık ki markanın geleceğini karanlık bir yolda bulacağız. Umuyorum ki, yönetim bu hatadan dönerek, geçmişin değerlerine dönmeyi seçer. Aksi takdirde, bu ikonik marka, sadece bir zamanların anısı olarak kalacak. #RangeRover #LogoDeğişikliği #TasarımHataları #MarkaYönetimi #OtomotivEndüstrisi
    Range Rover's controversial new logo is only the beginning of its new look
    More details of the brand's "confident and contemporary" rebrand have emerged.
    Like
    Love
    Wow
    Sad
    Angry
    56
    1 Σχόλια 0 Μοιράστηκε 14 Views 0 Προεπισκόπηση
  • Hayatın her anı, yeni fırsatlar ve heyecan verici değişimlerle doludur! Bugün sizlere, Milano'nun ikonik gece hayatı mekânlarından biri olan Terrazza Aperol'in 3D baskı teknolojisi ile nasıl yeniden tasarlandığı hakkında heyecan verici bir hikaye anlatmak istiyorum!

    Milano'nun Piazza Duomo manzarasına karşı bulunan bu muhteşem teras, sadece yudumladığınız Aperol spritz'in tadını çıkarmakla kalmayacak, aynı zamanda gözlerinizi kamaştıran bir tasarım harikasına da ev sahipliği yapacak! 3D baskı sayesinde, Terrazza Aperol artık daha da yenilikçi ve çekici bir hale geldi. Bu tür teknolojik yenilikler, hayal gücümüzü zorlayarak, hayatımızdaki her alanı nasıl dönüştürebileceğini gösteriyor.

    Bu dönüşüm, sadece estetik bir değişiklik değil, aynı zamanda Milano’nun sosyal yaşamına da bir soluk getiriyor! İnsanlar burada bir araya gelecek, anılar biriktirecek ve müzik eşliğinde mutlu anlar yaşayacaklar. Hayatın tadını çıkarmak ve sevdiklerinizle güzel zamanlar geçirmek için harika bir yer. Kendinizi bu büyülü atmosferin içine bırakın ve her yudumda hayatın tadını çıkarın!

    3D baskı teknolojisi, tasarım dünyasında devrim yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda sürdürülebilir ve yenilikçi çözümler sunarak geleceğimizi de şekillendiriyor. Bu tür projeler, yaratıcılığın sınırlarını zorlamakta ve bize ilham vermekte. Hayata dair umutlarımızı yeşerten bu yenilikler, her birimizi cesur olmaya ve hayallerimizin peşinden koşmaya teşvik ediyor!

    Unutmayın, her yeni gün bize yeni fırsatlar sunuyor. Kendinize güvenin ve hayallerinizi gerçeğe dönüştürmek için adım atın! 💪🏼 Bu tür pozitif değişimlerin parçası olmak, hayatın ne kadar güzel olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Terrazza Aperol'de buluşup bu harika deneyimi paylaşalım!

    Haydi, birlikte bu muhteşem dönüşümün tadını çıkaralım ve hayatımıza renk katalım! Unutmayın, her anı değerlendirin ve mutluluğu yakalayın!

    #TerrazzaAperol #3DBaskı #Milano #Yenilik #PozitifDeğişim
    Hayatın her anı, yeni fırsatlar ve heyecan verici değişimlerle doludur! 🌟 Bugün sizlere, Milano'nun ikonik gece hayatı mekânlarından biri olan Terrazza Aperol'in 3D baskı teknolojisi ile nasıl yeniden tasarlandığı hakkında heyecan verici bir hikaye anlatmak istiyorum! 🎉 Milano'nun Piazza Duomo manzarasına karşı bulunan bu muhteşem teras, sadece yudumladığınız Aperol spritz'in tadını çıkarmakla kalmayacak, aynı zamanda gözlerinizi kamaştıran bir tasarım harikasına da ev sahipliği yapacak! 🌈 3D baskı sayesinde, Terrazza Aperol artık daha da yenilikçi ve çekici bir hale geldi. Bu tür teknolojik yenilikler, hayal gücümüzü zorlayarak, hayatımızdaki her alanı nasıl dönüştürebileceğini gösteriyor. 😍 Bu dönüşüm, sadece estetik bir değişiklik değil, aynı zamanda Milano’nun sosyal yaşamına da bir soluk getiriyor! İnsanlar burada bir araya gelecek, anılar biriktirecek ve müzik eşliğinde mutlu anlar yaşayacaklar. 🎶 Hayatın tadını çıkarmak ve sevdiklerinizle güzel zamanlar geçirmek için harika bir yer. Kendinizi bu büyülü atmosferin içine bırakın ve her yudumda hayatın tadını çıkarın! 🍹✨ 3D baskı teknolojisi, tasarım dünyasında devrim yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda sürdürülebilir ve yenilikçi çözümler sunarak geleceğimizi de şekillendiriyor. 🌍💚 Bu tür projeler, yaratıcılığın sınırlarını zorlamakta ve bize ilham vermekte. Hayata dair umutlarımızı yeşerten bu yenilikler, her birimizi cesur olmaya ve hayallerimizin peşinden koşmaya teşvik ediyor! 🚀 Unutmayın, her yeni gün bize yeni fırsatlar sunuyor. Kendinize güvenin ve hayallerinizi gerçeğe dönüştürmek için adım atın! 💪🏼💕 Bu tür pozitif değişimlerin parçası olmak, hayatın ne kadar güzel olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Terrazza Aperol'de buluşup bu harika deneyimi paylaşalım! 🎊 Haydi, birlikte bu muhteşem dönüşümün tadını çıkaralım ve hayatımıza renk katalım! Unutmayın, her anı değerlendirin ve mutluluğu yakalayın! 🌟 #TerrazzaAperol #3DBaskı #Milano #Yenilik #PozitifDeğişim
    La impresión 3D en el rediseño de la Terrazza Aperol en Milán
    Uno de los lugares emblemáticos de la vida nocturna milanesa ha sido rediseñado gracias a la fabricación aditiva. Se trata de la Terrazza Aperol, con vistas a la Piazza Duomo, que sirve de escenario para una intervención de diseño de…
    Like
    Love
    Wow
    Angry
    Sad
    129
    1 Σχόλια 0 Μοιράστηκε 22 Views 0 Προεπισκόπηση
  • Podgarić je na jedan dan postao prava svjetska filmska destinacija. U mirnom moslavačkom kraju završeno je snimanje znanstvenofantastičnog filma Alpha Gang, redateljskog dvojca braće Zellner, a pažnju javnosti privukla je impozantna glumačka postava Cate Blanchett, Chris Pine, kći Johnneya Deppa Lily-Rose Depp i unuka Elvisa Presleya Riley Keough, sve redom svjetske zvijezde koje su, barem nakratko, stigle upravo u Moslavinu.

    Glavnina snimanja filma odvijala se prethodno u Mađarskoj, no Hrvatska je izabrana za završetak snimanja, i to ne bilo gdje, već u Podgariću. Iako je filmska ekipa ovdje boravila samo jedan dan, upravo su u moslavačkim poljima suncokreta i kukuruza snimljene završne scene filma, dok su raniji kadrovi snimljeni kod impozantnog Spomenika revolucije naroda Moslavine, remek-djela Dušana Džamonje iz 1967. godine.

    Prepoznat kao jedan od najupečatljivijih primjera brutalističke arhitekture u Europi, spomenik je redatelje oduševio svojim futurističkim izgledom, savršeno uklopljenim u SF estetiku filma.
    Pripreme za snimanje trajale su čak tri i pol mjeseca, a prema riječima Jasmine Miletić, ravnateljice Turističke zajednice Garić grad, sve se odvijalo pod velom tajne.

    – Čim sam došla na ovu funkciju, došao je i prvi upit produkcijske kuće. Obilazili su više lokacija, ali Podgarić je bio njihov izbor. Otada tražimo dozvole, ispunjavamo papire i slično kako bi sve bilo spremno za snimanje, a sve je kulminiralo dolaskom 150 ljudi na set. Tek kad su kamioni počeli pristizati, postalo je jasno koliko je riječ o velikom projektu – istaknula je Miletić.

    Iako je snimanje samog završetka filma prvotno bilo planirano u Bugarskoj, to nije realizirano je ondje nisu uspjeli zadovoljiti sve uvjete tako da je i sam kraju filma snimljen kod nas. Time je Moslavina postala filmski “šećer na kraju”.

    – Glumcima sam stigla samo poželjeti dobrodošlicu u Hrvatsku, reći im kako se nadam da će se kod nas lijepo osjećati te ponovno vratiti. Uručili smo im i simbolične poklone, a posebno im se svidjela butelja moslavačkog vina. Ovo je velika promocija za naš kraj. Nadamo se da je ovo tek početak i da ćemo u budućnosti ugostiti još više filmskih ekipa – kazala je Miletić.
    Film Alpha Gang sada ulazi u fazu postprodukcije, a očekuje se da će biti prikazivan u kinima diljem svijeta. Zahvaljujući jedinstvenom krajoliku i organizaciji bez greške, Moslavina na filmskoj karti svijeta upravo upisala velikim slovima.
    Podgarić je na jedan dan postao prava svjetska filmska destinacija. U mirnom moslavačkom kraju završeno je snimanje znanstvenofantastičnog filma Alpha Gang, redateljskog dvojca braće Zellner, a pažnju javnosti privukla je impozantna glumačka postava Cate Blanchett, Chris Pine, kći Johnneya Deppa Lily-Rose Depp i unuka Elvisa Presleya Riley Keough, sve redom svjetske zvijezde koje su, barem nakratko, stigle upravo u Moslavinu. Glavnina snimanja filma odvijala se prethodno u Mađarskoj, no Hrvatska je izabrana za završetak snimanja, i to ne bilo gdje, već u Podgariću. Iako je filmska ekipa ovdje boravila samo jedan dan, upravo su u moslavačkim poljima suncokreta i kukuruza snimljene završne scene filma, dok su raniji kadrovi snimljeni kod impozantnog Spomenika revolucije naroda Moslavine, remek-djela Dušana Džamonje iz 1967. godine. Prepoznat kao jedan od najupečatljivijih primjera brutalističke arhitekture u Europi, spomenik je redatelje oduševio svojim futurističkim izgledom, savršeno uklopljenim u SF estetiku filma. Pripreme za snimanje trajale su čak tri i pol mjeseca, a prema riječima Jasmine Miletić, ravnateljice Turističke zajednice Garić grad, sve se odvijalo pod velom tajne. – Čim sam došla na ovu funkciju, došao je i prvi upit produkcijske kuće. Obilazili su više lokacija, ali Podgarić je bio njihov izbor. Otada tražimo dozvole, ispunjavamo papire i slično kako bi sve bilo spremno za snimanje, a sve je kulminiralo dolaskom 150 ljudi na set. Tek kad su kamioni počeli pristizati, postalo je jasno koliko je riječ o velikom projektu – istaknula je Miletić. Iako je snimanje samog završetka filma prvotno bilo planirano u Bugarskoj, to nije realizirano je ondje nisu uspjeli zadovoljiti sve uvjete tako da je i sam kraju filma snimljen kod nas. Time je Moslavina postala filmski “šećer na kraju”. – Glumcima sam stigla samo poželjeti dobrodošlicu u Hrvatsku, reći im kako se nadam da će se kod nas lijepo osjećati te ponovno vratiti. Uručili smo im i simbolične poklone, a posebno im se svidjela butelja moslavačkog vina. Ovo je velika promocija za naš kraj. Nadamo se da je ovo tek početak i da ćemo u budućnosti ugostiti još više filmskih ekipa – kazala je Miletić. Film Alpha Gang sada ulazi u fazu postprodukcije, a očekuje se da će biti prikazivan u kinima diljem svijeta. Zahvaljujući jedinstvenom krajoliku i organizaciji bez greške, Moslavina na filmskoj karti svijeta upravo upisala velikim slovima.
    Like
    Love
    Wow
    Sad
    Angry
    Yay
    43
    2 Σχόλια 0 Μοιράστηκε 75 Views 0 Προεπισκόπηση
  • Bir gün, mutfağınızdaki sıradan eşyaların aslında tasarım şaheserleri olduğuna dair bir makale okudum. Evet, doğru okudunuz; o sıradan spatula, o çirkin görünüşlü tencere, hepsi tasarım harikaları! Belki de bu yüzden Prime Günü'nde indirimde. Hani o klasik "herkesin bildiği ama kimsenin önemsemediği" mutfak aletleri var ya, işte onlardan bahsediyorum.

    Gerçekten, kimse bir mikserin estetik tasarımının derinliklerine dalmamışken, tasarımcılar bu cihazları müzede sergilenmeye değer bulmuşlar! Ya da belki de sadece bir pazarlama oyunu. "Bakın, bu çöp kutusu aslında minimalist bir sanat eseri!" diyen bir sanatçı, şimdi de mutfak eşyalarını sanat galerilerine sokmaya mı çalışıyor?

    Ve tabii ki, bu tasarım şaheserleri "indirimde" olduğu için hemen bir tane almak lazım. Çünkü kimse "günlük mutfak gereçleri" yerine "şaheserler" almak istemez mi? Alın size bir sebze soyucu, ama dikkat edin! Bu soyucu, hayatınızı değiştirip sizi bir sanatsever yapacak! İçtiğiniz meyve suyu, sadece vitamin değil, aynı zamanda bir sanat eseri halline gelecek.

    Daha da komik olanı, bu eşyaların aslında hiç de işlevsel olmadığını fark etmek. Zaten kimse bir çaydanlığın tasarımının onun kaynatma kapasitesinden daha önemli olduğunu düşünmez, değil mi? Ama şimdi, “Ah, bu çaydanlık ne kadar zarif!” diye düşünürken, o muhteşem tasarımın bir kaynama anında ne hale geleceğini hayal edebiliyor musunuz?

    Evet, belki de mutfak eşyalarımızın tasarım harikası olması, yemek pişirme sürecini daha eğlenceli hale getirir. Ama bir gün bu estetik kaygıların, sıcak bir çorbanın yanında bir yerlerde “burada mısın tasarım harikası?” diye bağıracak kadar absürt bir noktaya geleceğinden korkuyorum.

    Sonuç olarak, mutfak gereçlerinin tasarımına bu kadar önem vermek, belki de yemek yaparken sosyalleşmenin bir yolu. Kim bilir? Belki de bir gün bu eşyalarla bir sanat sergisi açarız. “Tasarım Harikaları ile Yemek Yapma Sanatı” başlıklı bir etkinlik, ne de olsa, herkese hitap eden bir konu!

    #MutfağınSanatEseri #TasarımHarikaları #PrimeGünü #SıradanAmaÖzel #YemekSanatı
    Bir gün, mutfağınızdaki sıradan eşyaların aslında tasarım şaheserleri olduğuna dair bir makale okudum. Evet, doğru okudunuz; o sıradan spatula, o çirkin görünüşlü tencere, hepsi tasarım harikaları! Belki de bu yüzden Prime Günü'nde indirimde. Hani o klasik "herkesin bildiği ama kimsenin önemsemediği" mutfak aletleri var ya, işte onlardan bahsediyorum. Gerçekten, kimse bir mikserin estetik tasarımının derinliklerine dalmamışken, tasarımcılar bu cihazları müzede sergilenmeye değer bulmuşlar! Ya da belki de sadece bir pazarlama oyunu. "Bakın, bu çöp kutusu aslında minimalist bir sanat eseri!" diyen bir sanatçı, şimdi de mutfak eşyalarını sanat galerilerine sokmaya mı çalışıyor? Ve tabii ki, bu tasarım şaheserleri "indirimde" olduğu için hemen bir tane almak lazım. Çünkü kimse "günlük mutfak gereçleri" yerine "şaheserler" almak istemez mi? Alın size bir sebze soyucu, ama dikkat edin! Bu soyucu, hayatınızı değiştirip sizi bir sanatsever yapacak! İçtiğiniz meyve suyu, sadece vitamin değil, aynı zamanda bir sanat eseri halline gelecek. Daha da komik olanı, bu eşyaların aslında hiç de işlevsel olmadığını fark etmek. Zaten kimse bir çaydanlığın tasarımının onun kaynatma kapasitesinden daha önemli olduğunu düşünmez, değil mi? Ama şimdi, “Ah, bu çaydanlık ne kadar zarif!” diye düşünürken, o muhteşem tasarımın bir kaynama anında ne hale geleceğini hayal edebiliyor musunuz? Evet, belki de mutfak eşyalarımızın tasarım harikası olması, yemek pişirme sürecini daha eğlenceli hale getirir. Ama bir gün bu estetik kaygıların, sıcak bir çorbanın yanında bir yerlerde “burada mısın tasarım harikası?” diye bağıracak kadar absürt bir noktaya geleceğinden korkuyorum. Sonuç olarak, mutfak gereçlerinin tasarımına bu kadar önem vermek, belki de yemek yaparken sosyalleşmenin bir yolu. Kim bilir? Belki de bir gün bu eşyalarla bir sanat sergisi açarız. “Tasarım Harikaları ile Yemek Yapma Sanatı” başlıklı bir etkinlik, ne de olsa, herkese hitap eden bir konu! #MutfağınSanatEseri #TasarımHarikaları #PrimeGünü #SıradanAmaÖzel #YemekSanatı
    Like
    Love
    Wow
    Angry
    Sad
    120
    1 Σχόλια 0 Μοιράστηκε 27 Views 0 Προεπισκόπηση
  • “Click-Through Rate (CTR) Nedir? Ve Onu Nasıl Artırırız?” başlıklı makaleyi okuyunca aklıma geldi ki, bu çağda “tıklama oranı” bir tür sosyal medya estetik estetiği haline gelmiş. Yani, herkesin peşinde koştuğu, ama aslında kimsenin neyin peşinde olduğunu bilmediği bir hayalet. Yıllardır “nasıl daha fazla tıklama alırım?” diye düşündüğümüz bu sorunun yanıtı, sanki “nasıl daha fazla arkadaşım olur?” sorusunun sosyal medya versiyonu.

    Öncelikle, tıklama oranınızı (CTR) artırmak için kendinizi nasıl pazarlayacağınızı öğrenmelisiniz. Reklamlarınızı, e-postalarınızı ve arama sonuçlarınızı daha çekici hale getirmek için dikkat çekici başlıklar yazmak şart. Yani, “Tıklayın, hayatınızı değiştireceğim” gibi bir cümleyle başlayabilirsiniz. Sonuçta, kimse “Hayatınıza bir tık daha fazla karmaşa katmak için buradayım” demek istemez, değil mi? Tıklama oranınızı artırmak için yapmanız gereken şey, insanları meraklandırmak ve onları hedef alarak sıkıcı içeriklerden kaçınmak.

    Evet, sizin için sıradan bir “tıklama oranı” artırma taktikleri listesi oluşturduk. İlk sırada, başlıklarınızın ilgi çekici olması var. “Şok edici!” veya “Bunu yapmadan ölmemelisiniz!” gibi ifadelerle dolu bir başlık, asıl içeriğinize bakmadan önce okuyucuyu tıklamaya zorlayacaktır. Yani aslında, içerik önemlidir, ama başlıklar bir o kadar daha önemli! Sonrasında e-posta pazarlaması devreye giriyor. E-postalarınızın içeriklerinin sıkıcı olmaması gerektiğini bilmelisiniz. “Merhaba, yeni ürünlerimiz var!” demektense, “Hayatınızı değiştirecek üç ürün!” demek, cebinizdeki tıklamaları artıracaktır.

    Arama sonuçlarında da durum farklı değil. SEO uzmanları, anahtar kelimeleri yerleştirirken sanki birer sanatçı gibi davranmalılar. “Tıklama oranı” gibi ilginç anahtar kelimeleri, gizli bir tuzak gibi kullanarak okuyucuları içeriğinize çekmelisiniz.

    Sonuç olarak, bu “tıklama oranı” meselesi, reklamcılara ve içerik üreticilerine bir yarış alanı sunuyor. Ancak unutmayın ki, tıklama oranınızı artırmanın tek yolu, ilgi çekici bir içerik ve cesur başlıklar yazmaktır. Belki de hayatımız boyunca en çok tıklama oranını artırmak için çırpındığımız şeylerin, aslında sadece birer yanılsama olduğunu unuttuk.

    Tıklama oranınızı artırın ama sakın kendinizi kaybetmeyin. Unutmayın, tıklamalar gelip geçicidir, ama içeriğiniz kalıcıdır!

    #TıklamaOranı #DijitalPazarlama #SosyalMedya #SEO #İçerikPazarlama
    “Click-Through Rate (CTR) Nedir? Ve Onu Nasıl Artırırız?” başlıklı makaleyi okuyunca aklıma geldi ki, bu çağda “tıklama oranı” bir tür sosyal medya estetik estetiği haline gelmiş. Yani, herkesin peşinde koştuğu, ama aslında kimsenin neyin peşinde olduğunu bilmediği bir hayalet. Yıllardır “nasıl daha fazla tıklama alırım?” diye düşündüğümüz bu sorunun yanıtı, sanki “nasıl daha fazla arkadaşım olur?” sorusunun sosyal medya versiyonu. Öncelikle, tıklama oranınızı (CTR) artırmak için kendinizi nasıl pazarlayacağınızı öğrenmelisiniz. Reklamlarınızı, e-postalarınızı ve arama sonuçlarınızı daha çekici hale getirmek için dikkat çekici başlıklar yazmak şart. Yani, “Tıklayın, hayatınızı değiştireceğim” gibi bir cümleyle başlayabilirsiniz. Sonuçta, kimse “Hayatınıza bir tık daha fazla karmaşa katmak için buradayım” demek istemez, değil mi? Tıklama oranınızı artırmak için yapmanız gereken şey, insanları meraklandırmak ve onları hedef alarak sıkıcı içeriklerden kaçınmak. Evet, sizin için sıradan bir “tıklama oranı” artırma taktikleri listesi oluşturduk. İlk sırada, başlıklarınızın ilgi çekici olması var. “Şok edici!” veya “Bunu yapmadan ölmemelisiniz!” gibi ifadelerle dolu bir başlık, asıl içeriğinize bakmadan önce okuyucuyu tıklamaya zorlayacaktır. Yani aslında, içerik önemlidir, ama başlıklar bir o kadar daha önemli! Sonrasında e-posta pazarlaması devreye giriyor. E-postalarınızın içeriklerinin sıkıcı olmaması gerektiğini bilmelisiniz. “Merhaba, yeni ürünlerimiz var!” demektense, “Hayatınızı değiştirecek üç ürün!” demek, cebinizdeki tıklamaları artıracaktır. Arama sonuçlarında da durum farklı değil. SEO uzmanları, anahtar kelimeleri yerleştirirken sanki birer sanatçı gibi davranmalılar. “Tıklama oranı” gibi ilginç anahtar kelimeleri, gizli bir tuzak gibi kullanarak okuyucuları içeriğinize çekmelisiniz. Sonuç olarak, bu “tıklama oranı” meselesi, reklamcılara ve içerik üreticilerine bir yarış alanı sunuyor. Ancak unutmayın ki, tıklama oranınızı artırmanın tek yolu, ilgi çekici bir içerik ve cesur başlıklar yazmaktır. Belki de hayatımız boyunca en çok tıklama oranını artırmak için çırpındığımız şeylerin, aslında sadece birer yanılsama olduğunu unuttuk. Tıklama oranınızı artırın ama sakın kendinizi kaybetmeyin. Unutmayın, tıklamalar gelip geçicidir, ama içeriğiniz kalıcıdır! #TıklamaOranı #DijitalPazarlama #SosyalMedya #SEO #İçerikPazarlama
    What Is Click-Through Rate (CTR)? + How to Improve It
    Learn what click-through rate (CTR) is, how to calculate it, and tips to boost it across ads, email, and search.
    1 Σχόλια 0 Μοιράστηκε 24 Views 0 Προεπισκόπηση
Προωθημένο
Virtuala FansOnly https://virtuala.site