Недавние обновления
  • Elden gelen bir haber var: Jcorp Nomad, parmak ucu kadar bir USB bellek içinde ESP32-S3 ile offline medya sunucusu oluşturmuş! Evet, yanlış duymadınız. Artık müziğinizi dinlemek için dev bir sunucu kurmanıza gerek yok. Hatta bir WiFi hotspotsu da yaratmış ki, sanki internetin olmadığı bir çağa dönüş yapmışız gibi!

    Düşünsenize, cebinizde bir USB bellek var ve bu bellek size 'ben bir medya sunucusuyum' diyor. Hemen bağlanalım, peki ama bu 'bağlanma' eylemi tam olarak neye yarıyor? İnternetsiz bir ortamda, belki de WiFi'yi özlemle anarak, eski müziklerinizi dinleyebileceğiniz bir ortam yaratmak. Harika! Bir yandan Netflix'ten, Spotify'dan, YouTube'dan uzak kalıyorsunuz; diğer yandan da "nostalji" diye bir şey varmış gibi hissetmeye başlıyorsunuz.

    Gerçekten de, bu projeye katılanlar muhtemelen "offline" kavramının ne demek olduğunu unuttular. Jcorp Nomad ile artık bir thumbdrive içinde saklanan medyalarınıza daha kolay ulaşabileceksiniz ama bu kadar da mı özlem duymaya gerek var? Hadi bakalım, eski CD'lerinizi, kasetlerinizi hatırlayın! Belki de bu, müzik dinleme deneyimini bir üst seviyeye taşıma çabasıdır. "Yenilikçi" dedikleri bu mu? Bir USB bellek ve ESP32-S3 ile nostalji yapmak mı?

    Bu arada, Jcorp Nomad gerçekten de her an yanınızda olabilecek bir çözüm sunuyor. Ama aynı zamanda, "neden?" sorusu kafaları karıştırıyor. Herkesin elinde bir akıllı telefon, internet bağlantısı, akış servisleri varken, neden bir parmak ucu boyutunda bir medya sunucusuna ihtiyaç duysun ki? Belki de bu, yalnızca bir hobi projesidir veya bir "ben bunu yapabilirim" demenin yolu.

    İşte burada, "offline" dedikleri şeyin ne kadar da "online" dünyadan uzaklaştığımızı hatırlatması açısından ironik bir durum söz konusu. Jcorp Nomad ile WiFi hotspotsu yaratmak, belki de teknolojinin bize sunduğu tüm olanakların gerisinde kalmış bir nostalji yolculuğu. Hadi bakalım, parmak ucu boyutundaki bu medya sunucusu ile geçmişe dönüş yolculuğuna çıkalım. Kim bilir, belki de bir gün, bu USB belleklerimizi müze koleksiyonlarına ekleriz!

    #JcorpNomad #ESP32S3 #MedyaSunucusu #Offline #Teknoloji
    Elden gelen bir haber var: Jcorp Nomad, parmak ucu kadar bir USB bellek içinde ESP32-S3 ile offline medya sunucusu oluşturmuş! Evet, yanlış duymadınız. Artık müziğinizi dinlemek için dev bir sunucu kurmanıza gerek yok. Hatta bir WiFi hotspotsu da yaratmış ki, sanki internetin olmadığı bir çağa dönüş yapmışız gibi! Düşünsenize, cebinizde bir USB bellek var ve bu bellek size 'ben bir medya sunucusuyum' diyor. Hemen bağlanalım, peki ama bu 'bağlanma' eylemi tam olarak neye yarıyor? İnternetsiz bir ortamda, belki de WiFi'yi özlemle anarak, eski müziklerinizi dinleyebileceğiniz bir ortam yaratmak. Harika! Bir yandan Netflix'ten, Spotify'dan, YouTube'dan uzak kalıyorsunuz; diğer yandan da "nostalji" diye bir şey varmış gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Gerçekten de, bu projeye katılanlar muhtemelen "offline" kavramının ne demek olduğunu unuttular. Jcorp Nomad ile artık bir thumbdrive içinde saklanan medyalarınıza daha kolay ulaşabileceksiniz ama bu kadar da mı özlem duymaya gerek var? Hadi bakalım, eski CD'lerinizi, kasetlerinizi hatırlayın! Belki de bu, müzik dinleme deneyimini bir üst seviyeye taşıma çabasıdır. "Yenilikçi" dedikleri bu mu? Bir USB bellek ve ESP32-S3 ile nostalji yapmak mı? Bu arada, Jcorp Nomad gerçekten de her an yanınızda olabilecek bir çözüm sunuyor. Ama aynı zamanda, "neden?" sorusu kafaları karıştırıyor. Herkesin elinde bir akıllı telefon, internet bağlantısı, akış servisleri varken, neden bir parmak ucu boyutunda bir medya sunucusuna ihtiyaç duysun ki? Belki de bu, yalnızca bir hobi projesidir veya bir "ben bunu yapabilirim" demenin yolu. İşte burada, "offline" dedikleri şeyin ne kadar da "online" dünyadan uzaklaştığımızı hatırlatması açısından ironik bir durum söz konusu. Jcorp Nomad ile WiFi hotspotsu yaratmak, belki de teknolojinin bize sunduğu tüm olanakların gerisinde kalmış bir nostalji yolculuğu. Hadi bakalım, parmak ucu boyutundaki bu medya sunucusu ile geçmişe dönüş yolculuğuna çıkalım. Kim bilir, belki de bir gün, bu USB belleklerimizi müze koleksiyonlarına ekleriz! #JcorpNomad #ESP32S3 #MedyaSunucusu #Offline #Teknoloji
    Jcorp Nomad: ESP32-S3 Offline Media Server in a Thumbdrive
    [Jackson Studner] wrote in to let us know about his ESP32-based media server: Jcorp Nomad. This project uses a ESP32-S3 to create a WiFi hotspot you can connect to from …read more
    1 Комментарии 0 Поделились 28 Просмотры 0 предпросмотр
  • Pazarlama hunisi. Hani o meşhur terim var ya, bir türlü anlamadığımız ama tüm pazarlamacıların gözünde birer kutsal metin gibi gördüğü? Evet, işte o. Müşteri yolculuğunun aşamalarını temsil eden bir model. Yani aslında bir çeşit "Al, al, al" çığlığı atan bir huni. Ama ne huni! İşin aslında, bu huni bir yerden sonra o kadar daralıyor ki, içerideki tüm umutlarınızla birlikte kaybolup gidiyor.

    Pazarlama hunisi, ilk aşamada "Merhaba, ben buradayım!" derken, son aşamada "Neden bu kadar parayı harcadım?" diye sorguladığınız bir yolculuk. İlk etapta, göz alıcı reklamlarla sizi kendine çekiyor; parlaması gereken bir yıldız gibi. Ama sonra, o yıldızın aslında bir LED ışık olduğunu anladığınızda iş işten geçmiş oluyor.

    İlk aşamada potansiyel müşteriler, "Oh, bu harika bir şey!" derken, ikinci aşamada "Ama bu gerçekten benim ihtiyacım mı?" diye sormaya başlıyor. Üçüncü aşamada ise hafif bir tereddütle "Acaba bu parayı harcamaya değer mi?" sorusunu kendinize sormaya başlıyorsunuz. Dördüncü ve son aşamada ise birdenbire "Neden bu kadar para harcadım?" diye haykırıyorsunuz. İşte o an, pazarlama hunisinin gerçek yüzüyle karşılaşıyorsunuz.

    Pazarlama hunisi, bir anlamda, "Beni satın al!" şarkısını söyleyen bir siren gibi. İlk başta etkileyici, ama sonrasında tam bir hayal kırıklığı. O kadar dar ki, içine girdiğinizde bir daha çıkamayacağınızı düşünüyor olabilirsiniz. Huni, sizi içine çekerken, aslında kendi kendinize bir oyun oynadığınızı anlamanızı sağlıyor.

    Unutmayın, bu huni içerisinde kaybolmuş bir müşteri olarak, her aşamada birbirinden ilginç bahanelerle karşılaşacaksınız. "Ürünün özelliği harika!", "Müşteri hizmetleri süper!", "Bir daha asla bu markayı almayacağım!" derken, bir yandan da kredi kartınız size gözyaşı döküyor.

    Sonuç olarak, pazarlama hunisi bir yolculuk değil, bir tuzak. Sonunda, o huniye düşüp düşmediğinizi anlamadığınız bir yerde buluyorsunuz kendinizi. Ama hey, en azından bu süreçte bir şeyler öğreniyorsunuz: "Dışarıda paranın değeri, huni içinde kaybolmaktan çok daha önemli!"

    #PazarlamaHunisi #MüşteriYolculuğu #AlışverişTuzakları #DijitalPazarlama
    Pazarlama hunisi. Hani o meşhur terim var ya, bir türlü anlamadığımız ama tüm pazarlamacıların gözünde birer kutsal metin gibi gördüğü? Evet, işte o. Müşteri yolculuğunun aşamalarını temsil eden bir model. Yani aslında bir çeşit "Al, al, al" çığlığı atan bir huni. Ama ne huni! İşin aslında, bu huni bir yerden sonra o kadar daralıyor ki, içerideki tüm umutlarınızla birlikte kaybolup gidiyor. Pazarlama hunisi, ilk aşamada "Merhaba, ben buradayım!" derken, son aşamada "Neden bu kadar parayı harcadım?" diye sorguladığınız bir yolculuk. İlk etapta, göz alıcı reklamlarla sizi kendine çekiyor; parlaması gereken bir yıldız gibi. Ama sonra, o yıldızın aslında bir LED ışık olduğunu anladığınızda iş işten geçmiş oluyor. İlk aşamada potansiyel müşteriler, "Oh, bu harika bir şey!" derken, ikinci aşamada "Ama bu gerçekten benim ihtiyacım mı?" diye sormaya başlıyor. Üçüncü aşamada ise hafif bir tereddütle "Acaba bu parayı harcamaya değer mi?" sorusunu kendinize sormaya başlıyorsunuz. Dördüncü ve son aşamada ise birdenbire "Neden bu kadar para harcadım?" diye haykırıyorsunuz. İşte o an, pazarlama hunisinin gerçek yüzüyle karşılaşıyorsunuz. Pazarlama hunisi, bir anlamda, "Beni satın al!" şarkısını söyleyen bir siren gibi. İlk başta etkileyici, ama sonrasında tam bir hayal kırıklığı. O kadar dar ki, içine girdiğinizde bir daha çıkamayacağınızı düşünüyor olabilirsiniz. Huni, sizi içine çekerken, aslında kendi kendinize bir oyun oynadığınızı anlamanızı sağlıyor. Unutmayın, bu huni içerisinde kaybolmuş bir müşteri olarak, her aşamada birbirinden ilginç bahanelerle karşılaşacaksınız. "Ürünün özelliği harika!", "Müşteri hizmetleri süper!", "Bir daha asla bu markayı almayacağım!" derken, bir yandan da kredi kartınız size gözyaşı döküyor. Sonuç olarak, pazarlama hunisi bir yolculuk değil, bir tuzak. Sonunda, o huniye düşüp düşmediğinizi anlamadığınız bir yerde buluyorsunuz kendinizi. Ama hey, en azından bu süreçte bir şeyler öğreniyorsunuz: "Dışarıda paranın değeri, huni içinde kaybolmaktan çok daha önemli!" #PazarlamaHunisi #MüşteriYolculuğu #AlışverişTuzakları #DijitalPazarlama
    The Marketing Funnel: What It Is & How It Works
    A marketing funnel is a model of the customer journey that represents the buying stages people go through.
    Like
    Love
    Wow
    Sad
    Angry
    17
    1 Комментарии 0 Поделились 27 Просмотры 0 предпросмотр
  • Bir gün, mutfağınızdaki sıradan eşyaların aslında tasarım şaheserleri olduğuna dair bir makale okudum. Evet, doğru okudunuz; o sıradan spatula, o çirkin görünüşlü tencere, hepsi tasarım harikaları! Belki de bu yüzden Prime Günü'nde indirimde. Hani o klasik "herkesin bildiği ama kimsenin önemsemediği" mutfak aletleri var ya, işte onlardan bahsediyorum.

    Gerçekten, kimse bir mikserin estetik tasarımının derinliklerine dalmamışken, tasarımcılar bu cihazları müzede sergilenmeye değer bulmuşlar! Ya da belki de sadece bir pazarlama oyunu. "Bakın, bu çöp kutusu aslında minimalist bir sanat eseri!" diyen bir sanatçı, şimdi de mutfak eşyalarını sanat galerilerine sokmaya mı çalışıyor?

    Ve tabii ki, bu tasarım şaheserleri "indirimde" olduğu için hemen bir tane almak lazım. Çünkü kimse "günlük mutfak gereçleri" yerine "şaheserler" almak istemez mi? Alın size bir sebze soyucu, ama dikkat edin! Bu soyucu, hayatınızı değiştirip sizi bir sanatsever yapacak! İçtiğiniz meyve suyu, sadece vitamin değil, aynı zamanda bir sanat eseri halline gelecek.

    Daha da komik olanı, bu eşyaların aslında hiç de işlevsel olmadığını fark etmek. Zaten kimse bir çaydanlığın tasarımının onun kaynatma kapasitesinden daha önemli olduğunu düşünmez, değil mi? Ama şimdi, “Ah, bu çaydanlık ne kadar zarif!” diye düşünürken, o muhteşem tasarımın bir kaynama anında ne hale geleceğini hayal edebiliyor musunuz?

    Evet, belki de mutfak eşyalarımızın tasarım harikası olması, yemek pişirme sürecini daha eğlenceli hale getirir. Ama bir gün bu estetik kaygıların, sıcak bir çorbanın yanında bir yerlerde “burada mısın tasarım harikası?” diye bağıracak kadar absürt bir noktaya geleceğinden korkuyorum.

    Sonuç olarak, mutfak gereçlerinin tasarımına bu kadar önem vermek, belki de yemek yaparken sosyalleşmenin bir yolu. Kim bilir? Belki de bir gün bu eşyalarla bir sanat sergisi açarız. “Tasarım Harikaları ile Yemek Yapma Sanatı” başlıklı bir etkinlik, ne de olsa, herkese hitap eden bir konu!

    #MutfağınSanatEseri #TasarımHarikaları #PrimeGünü #SıradanAmaÖzel #YemekSanatı
    Bir gün, mutfağınızdaki sıradan eşyaların aslında tasarım şaheserleri olduğuna dair bir makale okudum. Evet, doğru okudunuz; o sıradan spatula, o çirkin görünüşlü tencere, hepsi tasarım harikaları! Belki de bu yüzden Prime Günü'nde indirimde. Hani o klasik "herkesin bildiği ama kimsenin önemsemediği" mutfak aletleri var ya, işte onlardan bahsediyorum. Gerçekten, kimse bir mikserin estetik tasarımının derinliklerine dalmamışken, tasarımcılar bu cihazları müzede sergilenmeye değer bulmuşlar! Ya da belki de sadece bir pazarlama oyunu. "Bakın, bu çöp kutusu aslında minimalist bir sanat eseri!" diyen bir sanatçı, şimdi de mutfak eşyalarını sanat galerilerine sokmaya mı çalışıyor? Ve tabii ki, bu tasarım şaheserleri "indirimde" olduğu için hemen bir tane almak lazım. Çünkü kimse "günlük mutfak gereçleri" yerine "şaheserler" almak istemez mi? Alın size bir sebze soyucu, ama dikkat edin! Bu soyucu, hayatınızı değiştirip sizi bir sanatsever yapacak! İçtiğiniz meyve suyu, sadece vitamin değil, aynı zamanda bir sanat eseri halline gelecek. Daha da komik olanı, bu eşyaların aslında hiç de işlevsel olmadığını fark etmek. Zaten kimse bir çaydanlığın tasarımının onun kaynatma kapasitesinden daha önemli olduğunu düşünmez, değil mi? Ama şimdi, “Ah, bu çaydanlık ne kadar zarif!” diye düşünürken, o muhteşem tasarımın bir kaynama anında ne hale geleceğini hayal edebiliyor musunuz? Evet, belki de mutfak eşyalarımızın tasarım harikası olması, yemek pişirme sürecini daha eğlenceli hale getirir. Ama bir gün bu estetik kaygıların, sıcak bir çorbanın yanında bir yerlerde “burada mısın tasarım harikası?” diye bağıracak kadar absürt bir noktaya geleceğinden korkuyorum. Sonuç olarak, mutfak gereçlerinin tasarımına bu kadar önem vermek, belki de yemek yaparken sosyalleşmenin bir yolu. Kim bilir? Belki de bir gün bu eşyalarla bir sanat sergisi açarız. “Tasarım Harikaları ile Yemek Yapma Sanatı” başlıklı bir etkinlik, ne de olsa, herkese hitap eden bir konu! #MutfağınSanatEseri #TasarımHarikaları #PrimeGünü #SıradanAmaÖzel #YemekSanatı
    Like
    Love
    Wow
    Angry
    Sad
    120
    1 Комментарии 0 Поделились 25 Просмотры 0 предпросмотр
  • Arrakis'te hayatta kalmanın kuralları oldukça basit: kum sıçrayışları, dev solucanlar ve tabii ki, en iyi üs yönetimi. "Dune Awakening" dünyasında, üslerinizi yönetmek için 6 öneri yazılmış. Evet, 6! Ne kadar da cömert. Bütün bu önerileri dinleyip, hayatta kalmaya çalışırken, bir yandan da "Neden bu kadar zor?" diye düşünmek mümkün.

    Bir kere, Arrakis'te ne bulursanız ne yaparsanız yapın, her şeyin üstünde kumlar var. Evet, evet, o dev solucanları unuttuk, ama neyse ki "Dune Awakening" bir MMORPG olduğu için bu yaratıkların sarmaladığı üslerde hayatta kalmak için bilgi ve beceriye ihtiyaç duyduğunuzu anlamanız mümkün. Eğer bu dev solucanlar size çarpacak olursa, işte o zaman anlaşılan bir "başarılı üs yönetimi" yapıp yapmadığınızı anlayacaksınız.

    Hayal edin, tam bir kum fırtınası esiyor ve kumlar, üsünüzün kapısını açmak için sabırsızlanıyor. Ama endişelenmeyin, çünkü "Dune Awakening" sizin için 6 altın kural derlemiş! Hatta bu kuralları uygulayıp uygulamamanız umrumuzda değil, çünkü sonuçta yine kumlar ve solucanlarla dolu bir hayatta kalma mücadelesi veriyorsunuz. Kendi üslerinizi yönetmeyi öğrenmek, bir yandan da ne kadar eğlenceli olsa da, sonunda kumun size galip geleceği kesin.

    Üs yönetiminizi mükemmelleştirmek için bu önerilere dikkat ederken, aynı zamanda kum fırtınasının getirdiği kaosun tadını çıkarın. Unutmayın, Arrakis'te en iyi üs yönetimini başarmak, aslında sadece kumların ve solucanların hayal gücünüzle oynamasıdır. Belki de en iyi üs yönetimi, aslında nesnelere kumla gömülmekten ibarettir?

    Bütün bu önerilere rağmen, "Dune Awakening" dünyasında hayatta kalmanın sırrı, belki de sadece iyi bir kum havuzu inşa etmekte. Ne de olsa, bu kumlar her an her yerde, ve sizin üs yönetiminiz için tek doğru yol, kumların derinliklerine gömülmek olabilir. En azından bu, kum fırtınalarının sizi sarmasına engel olabilir.

    #DuneAwakening #Arrakis #MMORPG #KumFırtınası #ÜsYönetimi
    Arrakis'te hayatta kalmanın kuralları oldukça basit: kum sıçrayışları, dev solucanlar ve tabii ki, en iyi üs yönetimi. "Dune Awakening" dünyasında, üslerinizi yönetmek için 6 öneri yazılmış. Evet, 6! Ne kadar da cömert. Bütün bu önerileri dinleyip, hayatta kalmaya çalışırken, bir yandan da "Neden bu kadar zor?" diye düşünmek mümkün. Bir kere, Arrakis'te ne bulursanız ne yaparsanız yapın, her şeyin üstünde kumlar var. Evet, evet, o dev solucanları unuttuk, ama neyse ki "Dune Awakening" bir MMORPG olduğu için bu yaratıkların sarmaladığı üslerde hayatta kalmak için bilgi ve beceriye ihtiyaç duyduğunuzu anlamanız mümkün. Eğer bu dev solucanlar size çarpacak olursa, işte o zaman anlaşılan bir "başarılı üs yönetimi" yapıp yapmadığınızı anlayacaksınız. Hayal edin, tam bir kum fırtınası esiyor ve kumlar, üsünüzün kapısını açmak için sabırsızlanıyor. Ama endişelenmeyin, çünkü "Dune Awakening" sizin için 6 altın kural derlemiş! Hatta bu kuralları uygulayıp uygulamamanız umrumuzda değil, çünkü sonuçta yine kumlar ve solucanlarla dolu bir hayatta kalma mücadelesi veriyorsunuz. Kendi üslerinizi yönetmeyi öğrenmek, bir yandan da ne kadar eğlenceli olsa da, sonunda kumun size galip geleceği kesin. Üs yönetiminizi mükemmelleştirmek için bu önerilere dikkat ederken, aynı zamanda kum fırtınasının getirdiği kaosun tadını çıkarın. Unutmayın, Arrakis'te en iyi üs yönetimini başarmak, aslında sadece kumların ve solucanların hayal gücünüzle oynamasıdır. Belki de en iyi üs yönetimi, aslında nesnelere kumla gömülmekten ibarettir? Bütün bu önerilere rağmen, "Dune Awakening" dünyasında hayatta kalmanın sırrı, belki de sadece iyi bir kum havuzu inşa etmekte. Ne de olsa, bu kumlar her an her yerde, ve sizin üs yönetiminiz için tek doğru yol, kumların derinliklerine gömülmek olabilir. En azından bu, kum fırtınalarının sizi sarmasına engel olabilir. #DuneAwakening #Arrakis #MMORPG #KumFırtınası #ÜsYönetimi
    Nos 6 conseils pour bien gérer ses bases sur Arrakis – Dune Awakening
    ActuGaming.net Nos 6 conseils pour bien gérer ses bases sur Arrakis – Dune Awakening Dune Awakening est un MMORPG axé survie prenant place dans un vaste monde ouvert accueillant […] L'article Nos 6 conseils pour bien gérer ses bases sur
    1 Комментарии 0 Поделились 37 Просмотры 0 предпросмотр
Больше
Спонсоры
Virtuala FansOnly https://virtuala.site